top of page

Köprülerle Korona, Ken'ler, Konuşanlar

Güncelleme tarihi: 30 Oca 2021

Köprülerle, Kelimelerle.. Konuşurken

Benim baş harfi aynı olan kelimelerle köprü kurma, ve bunları bir oyun haline getirme halim 8 yıl önce başladı. Önce Tek başına- Topluca, Takılarak, tutarak, yaparak tanınan, keşfedilen, öğrenilenin yaşama taşındığı "T-istasyonu oyun, sanat ve ve zanaatle etkileşim alanları ve anlatım şekli oluştu. Daha sonra başka harfler de geldi. “M”ler "İ" ler "O"la "K" lar..

.

Baş harfler konuşmaya başladı zaman zaman, harf hiyerarşisine dönüştü konuşmaları, harfler kendi aralarında hep kendinin baş harf olarak "önemli kelimeler" de yer aldığını göstermek için yarıştılar, tartıştılar yine kelimelerle, kimi zaman küçük kavgalar da ettiler. Ama ortak MESELELERde bir araya geldiler, ve her birinin farklı değeri olduğunu gördüler. Ortak meselelerde daha fazla faydalı olmak istediler, bir araya geldiler ,birlikte hareket ettiler, yeni katılanlara hep açık oldular, çoğaldılar, küçük küçük köprüler oluşturdular kendi aralarında, beynin o sinir hücrelerindeki bağlantılar gibi..

M:

Merkezde mütemadiyen ben varım,

Memlekette, mahallede en ortadayım.

Mesele denmiş, soruna veya konu olana

Mühimimdir, mükemmelimdir, herkes meraklıdır bana.


T:

Tarihteki en önemli harf benim.

Tapınak Göbeklitepe’de ilk yerim.

Tanrı olmuşum, insan olmuşum,

Takvim, tarih, tepe, tek başına, topluca derken..

Taşlarla, toprakla, tahtayla, telle şekil bulmuşum.


M:

Malzeme denince ben yine baştayım.

Mimarı, mühendisinin de çok kullandığıyım.

Matematikte yine ben varım

Mezura, metrede kullanılırım.


 

T:

T-cetvelini sen bilir misin?

Tam da ben eşlik ediyorum

T olarak mimara mühendise.

Teknik ,teknoloji hep benimle başlar

Taş devrinden itibaren tools en önemli araçlar

Televizyon, Telefon, Tablet

T lerle neler bulacaksın, hadi bir gayret

-----------


Kelimelerle köprü kurma alışkanlığıma kısa bir süreliğine ara vermiştim..

K ile başlayan kelimeleri araç ederek bu Korona günlerinde, hazır kolumun kırığı da epeyce iyileşmişken tekrar yazmaya koyuluverdim. Yazım maalesef kopuk kopuk oldu, zihnimde biriktirdiklerimi kısaca anlatmak da zor oldu.

Hem de öyle illa da K harfini araç edeyim derken, bütünü, büyük resmi anlatmak da kolay iş değil, T li Klı harfler derken, biraz da uzun yazmaktan koyamadım kendimi. Bu benim keyifli yazma halim, kusuruma bakmayın.

Ama bu da bir vesile olur, siz de belki harfler arasında köprü kurma oyununu denersiniz. Tek başınıza değil de, başka birileri ile baş harfleri baz alarak konuşursanız çok daha keyifli olur.

Bilmeyenlere kısa bir açıklama;

Hep anlatmaya çalıştıklarım:

"Kendi başıma Keşfetmeme yardım et" düsturum eğitimde de, yaşamı anlatırken de.

Kaynak göster, esin kaynağı göster, gerçek kaynağı göster, öğrenilmesine, keşfedilmesine yardımcı olurken.

Kendin için, kendi çocuğun kendi ailen, kendi kurumun hatta kendi memleketin için değil sadece, bu kürede, kainatta yer alan insanlar, canlılar için keşfet, öğren, paylaş, harekete geç.

Küresel(maalesef bu kelimenin içeriği çarpıtılıyor; global anlamında değil)düşün, yerel davran.

Kollektif ol ko-operatif ol, katıl, değer kat, katma değer kat.. Koru, doğayı koru, değerleri koru, adaleti koru, adil ol, adil kal.

Kullan, birlikte kullan, çok kullan, tekrar tekrar kullan, iyi kullan, tedbirli kullan, (örneğin toplu taşıma araçları)

Kavra; İhtiyaçlarını, gerçek insanoğlu olarak gerçek ihtiyacımızı anla, kavra.

O İHTİYAÇLAR nedir ? Temel ihtiyaçlarımız dışında.

Mesela..Ortak kullanım, karşılaşma alanlarına ihtiyacımız var bizim her yerde, yakınımızda, öncelikle her yaştan, her kültürden insanın karşılaşabileceği, tanışabileceği yerlere..Köyde, kasabada, Kentte… Konukomşunun, çocukların karşılaşmaları, ortak kullanım alanlarında buluşmalar, oyunun ve sanatın kendiliğindenliğini kullanarak, toplumun her kesiminden kamusal alanlarda insanların karşılaşmaları, buluşmaları.

Kimsenin etiketlenmediği, birbiriyle karşılaştırılmadığı, aşağılanmadığı, ya da göklere çıkarılmadığı ortamlar, topluluklar. Herkesin kendini özne hissettiği, değer kattığı, bir taraftan da keyif içinde ürettiği, türettiği, öğrendiği, paylaştığı, aynı zamanda co-creatif (birlikte yaratıcı)olduğu ortamlara ihtiyacımız var.

Yetişkinler için Kahvede, Kıraathanede karşılaşmalar, buluşmalar bitti bir süredir. Kiliselerde, camilerde, başka ibadet yerlerdinde de.

----------

Yakın zamana kadar çocuklar ise okulda parkta karşılaşıyorlardı, buluşuyorlardı. O da bitti.. karşılaşmalar, konuşmalar internete taşındı, eğitim de öyle.

Gelin hep birlikte, çocukluğumuza dönelim. Gerçek karşılaşmaların çok daha yoğun yaşandığı, çocukların birbirleriyle, oyuncaklarıyla çok daha fazla konuştuğu bir döneme göz atalım.

Çok az çocukta olan konuşan bebekler vardı küçüklüğümde ya da yürüyen, ya da ikisini birden yapan. Konuşması hoşumuza giderdi, ama kısa süreliğine oynanırdı. Konuşturmalar ise çok daha keyifli olurdu. Kız çocuklarının, erkek çocuklarının oyuncakları hep ayrı olurdu. Pembeli mavili oyuncaklar, aksesuarlar, giysiler hep devam etti günümüze kadar.

Sokakta ise, kız-erkek çocuk birlikte oynardı, oyuncaklara ihtiyaç yoktu, birkaç taş, tebeşir ve top yeterliydi onlar için. Çoook oynarlardı, uzun uzun oynarlardı, koşuşurlardı , konuşurlardı,..

Sokakta oynamak da bitti çoktandır, uzun süredir, kaldırım kenarındaki, kapı önlerindeki kızkıza konuşmalar, lastik oynamalar da azaldı.

Bilgisayarla konuşma dilini öğrenmekte şimdi çocuklar, adına kodlama deniyor, bilgisayarla tabletle kodlama öğretiliyor, oyun kodlanıyor, stop motion filmler hazırlanıyor, robotix kodlama öğretiliyor, " geleceğin dili kodlama" deniyor.. “Gelecek güzel gelecek” deniyor..

Sokakta, birlikte konuşan, koşuşan çocuklar...

O çocukluğa özlem var sadece.

Bu yazıda konuşan, konuşturulan, konuşturulmayanları bir kaç kaynağı ile birlikte gösterirken, konuşurken koşullandırılmış olan, koşullandırmamış veya az koşullandırılmış olanlara da dikkat çekmek istiyorum.

-------

"Kahramanımız Ken'ler" Barbiebebek oyuncağındaki Ken'le ve Almanya'da alternatif Medya Ken FM'in kurucusu Ken Jebsen’i ilişkilendirdim kendi çapımda.

Yazının kendisi de kurgusu da biraz karışık oldu. Benim de aklım karıştı desem, yalan olmaz.

Beğenilip beğenilmemesi de önemli değil.

Ama bilmediğiniz, ilk defa veya çok az duyduğunuz birçok şeyi okuyacağınızı sanıyorum, kendi yaşamınız, çocuklarınızın yaşamı ile ilişkilendirmenizi, anlamanızı isterim tabii.

Belki "Genel Kabul" ler dışına çıkmanıza da azıcık faydası olur bu yazının.

Kısa olmayacak, olamayacak her zamanki gibi . Kısa videolar, kısa sunumlar, kısa konuşmalar, kısa yazılar, kısa köşe yazıları, kısa tweetler, bütün bunlar bana göre değil, anlatmak istediklerim de uygun değil. Her zamanki gibi belli yazım kurallarına da dikkat etmedim, kendimle konuşur gibi yazdım. Başkalarıyla konuşma formatında olsaydı okunması da, anlaşılması da çok daha kolay olabilirdi. Ama açıkçası benle bu konuları konuşacak kimseyi de bulamadım, hele bu Corona günlerinde.



Barbie’ler, Ken ve diğerleri


Şöyle deniyor Ken bebekleri satan sanal mağazanın internet sayfasında;" Barbie ve Ken kariyer bebekleriyle Büyük Hayaller kur . Barmen, cankurtaran, itfaiyeci ve futbolcu temalı Ken Bebekler ile yeni kariyerler keşfederken, eğlenceli oyunlar oynayabilirsiniz. Set içerisinde 1 adet Ken bebek ve Ken bebeğin kariyer temasına uygun aksesuarları yer almaktadır. Çocukların hayalini kurdukları meslekleri öğrenip eğlenceli şekilde bilmelerine , hayal güçlerini ve yaratıcılıklarını geliştirmelerine yardımcı olur."


Barbie bebekler bugün 30 yaşında olan büyük kızımın da kullandığı oyuncaklar arasındaydı. Büyük kızımız Günsel Viyana'da dünyaya gelmişti. 5-6 yaşına geldiği zaman ise rahmetli eşim bir süreliğine Eski Doğu Almanya'nın bir şehri olan Halle’de çalışmaya başlamıştı. Ben de o ara Viyana’da çalıştığımdan, kızımız da orada okula gittiğinden, eşim hafta sonları uzun gece treni yolculuklarının ardından eve gelir ve kızımıza Barbie gibi hediyeler de getirirdi.

Ayrıca tabii onların kalem kutuları, çantaları, kalemleri, kıyafetleri gibi başka tüketim ürünleri de vardı. Oyuncakçıda, markette, kırtasiyede, televizyon ekranlarında Barbie ve türevleri, Walt Disney kahramanlarından tutun, başka birçok kahramanın olduğu oyuncaklar ve ürünler, her yerde, her zaman karşımıza çıkarılıyordu. Çocuklar onları tanıyordu, onları biliyordu .

Özel günlerde bu ürünler hediye istekleri listelerinin en başını çekiyordu , pahalı hediyeler yine bu karakterlerin olduğu marka ürünlerden seçiliyordu.

Bilgisayar oyunlarına merak sarmıştı aynı zamanda çocuklar. Orada da çeşitli karakterlerle, markalarla tanıyorlardı oyun dünyasını. Böylelikle oyun ve oyuncaklar araç edilerek çeşitli kahraman karakterler üzerinden, tüketim çılgınlığı Avrupa'da ve dünyanın birçok yerinde hız kazanmıştı.

Açıkçası ben de Barbie bebeklerini pedagojik olarak pek fazla eleştirmezdim, belki de Günsel onları çok sevdiğinden, ama bir taraftan da onun için ayıracak fazla vaktim olmadığından, onun benim halen çok önemsediğim rol oyununu (evcilik oyunu da rol oyunudur, eğitimdeki drama da ) tek başına da oynamasına aracı olduğundan, ehh biraz da kadınım ya, hem de anne; kızımla oynamaktan zevk aldığımdan.

Daha sonra kızımla beraber biz de Halle'ye eşimin yanına taşındık, orada kızımız Montessori ilkokuluna gitti. Başka oyun ve eğitim araçlarını tanıdık birlikte. Günsel’in gittiği Halle'de mahalledeki Montessori ilkokulu epeyce farklı idi diğer bildiğim okullardan. İtalya'nın ilk kadın doktoru Maria Montessori'nin kurduğu Montessori pedagojisini de öğrenmeye başlayınca bu tarz oyuncakların esasında pek de doğru olmadığını daha iyi anlamaya başladım. Hatta çocukların televizyon izlemesinin de öyle.

Ne zaman ki kızımız biraz büyüdü, 10 yıl sonra ikinci kızımız Selin doğdu, çocuklarım büyürken oyuncakları, oyunları daha iyi tanımaya, anlamaya, başladım, tahta oyuncaklara merak sardım.

Barbielerin modası geçmeye başlamıştı küçük kızımız Selin büyürken, zaten genelde böyle belirli karakterlerin oyuncakları bir süre trend olur, daha sonra unutulur. Barbie ve Ken ise çok uzun süredir kullanılan oyuncaklardır.

Birçok uzman çocukların bebeklerle oynamasını pek de eğitici bulmaz. Oysa çocukların bebeklerle oynaması değildi esas yanlış olan.

Yakışıklı Ken ile feminen, ince vücutlu, zarif, güzel Barbie ve onların alışkanlıkları, televizyon reklamlarındaki gibi yaşam biçimleri, çocukları onlar gibi olmaya özendiriyordu hep. Televizyon ve bilgisayar ekranlarındaki film karakterleri, ister canavar karakterli, isterse Ken gibi yakışıklı olsun,ya da Superman, onlar çocukların kahramanıydı, ve onlar için çok önemliydiler. Adları, tarzları, yaptıkları hep aynıydı, değişmiyordu, ortak bir dilleri vardı kendince, yüz mimikleri değişemiyordu, vücut yapıları, kiloları, konuşma biçimleri de. Onlar çocukların idolleri oluyordu, hala da birçok çocuğun idolü olmaya devam ediyor.

Dünyanın birçok yerindeki çocukların ortak dillerinde hep bu kahramanlar vardı, halen var.

Büyük kızımız Günsel büyürken bilgisayar daha çok ev, aile hayatının içinde yer tutmaya başladı, anneler-babalar, ağabey-ablalar da oynuyordu. Çocuklar zamanla bilgisayardaki oyunlardaki karakterlerle buluştular, kahramanları bilgisayar oyunlarındaki karakterler oldu.

Yeni çizgi filmler çıktı, çeşitli çizgi kahramanların filmleri gişe rekorları kırdı. Bu filmlerdeki figürler, oyuncaklar, McDonald's, Burger King gibi fast food zincirlerinde çocuk menüsü adı altında olarak sunuldu. Böylece çocuklar katkı maddeleri olan fast food ürünleri ile tanışıp, bir de Kola'ya alıştılar. Çocuklar diğer çocuklarla okulda, yine bu karakterleri konuşur hale gelmişlerdi çoğu zaman. Kimi zaman Ken, kimi zaman Süpermen, Action Man, örümcek adam, Ben10 ya da little Pony , oluveriyorlardı.


2011 de EkoIQ dergisindeki uzun bir yazının tanıtım sayfası

Ahşap Oyuncak topacı ise Beyblade (çizgi film)kahramanlarıyla, plastik haliyle, yarıştırarak, savaştırarak tanıdılar çocuklar. Gerçek pahalı orijinal beyblade oyuncakları olmasa bile cips paketlerinden basit beyblade topaçları çıkıyordu.

Çocukların hep kahramanları vardı ve onlar, yani çocuklar kahraman olmak istiyorlardı, gerçek hayatta kahraman olma ihtiyaçlarını onların karakterlerini oynatarak , onların kalıplarına girerek gideriyorlardı belki de.

Çocukları dar kalıplarda, birilerinin belirlediği kalıplarda davranmaya, düşünmeye alıştıran ilk araçlardı bu karakterler ve oyuncaklar. Oysa oyunda bir çaput bebek, bir dal parçası da türlü türlü kullanılıyordu, her türlü karaktere bürünüyor, kahraman haline dönüşebiliyordu, mutlaka oyuncak olması da gerekmiyordu çocukların oynaması için.

Waldorf- Montessori- Alternatif Eğitim

2004 yılından itibaren ise başka bebek türleri ile karşılaştım, önce ahşap oyuncaklarla ilgilendiğimden, tahtadan ve bezden yapılmış oyuncak bebeklerle, sonra da Waldorf oyuncaklarıyla.



Şöyle bir bakalım Waldorf bebeklerine ve Waldorf pedagojisine;

Waldorf bebekleri yüz ifadeleri tam belli olmayan, kumaştan yapılmış bebeklerdir, aynı zamanda yine bu şekilde yünden keçeleştirilmiş bebekler de yapılır.

Waldorf pedagojisinde oyuncak ve çizgi film kahramanları yoktur, televizyon da hayatlarında yoktur çocukların. Çocukluk ve ergenliğin 3 evresi vardır. Bu 7 şer yıllık evrelerde çocuk iyiyi, güzeli, gerçeği tanır, öğrenir.

Bilgisayar da kullanılmaz 14 yaşına kadar. 10. Sınıfa kadar not alınmaz, ayrı bir müfredat vardır Waldorf okullarında.

Ailecek Türkiye’ye dönüp, İstanbul'a taşındıktan sonra burada doğmuş büyümüş küçük kızımız Selin ile birlikte 1 aylığına iş için Dortmund'a gitmiştim. Selin o ara bir Waldorf yuvasına devam etti, ilk olarak o dönem tanıdım Waldorf pedagojisini. Tahtadan bazı oyuncaklar, renkli örtüler, kozalaklar, kestaneler..doğal ve estetikti yuvadaki sınıf içindeki herşey. Yağmur çamur demeden her hava koşulunda dışarıdaydı çocuklar.

Almanca “Rotznase”denir, burnu genelde kırmızıdır ve hep akar küçük çocukların, virüslere alışırlar, hastalanırlar, bağışıklık kazanırlar . O Rotznase çocuklardan Kindergarten’a (anaokulu=yuva)gelen çok çocuk vardır. İşte böyle bir çocuktu kızımın en iyi arkadaşı sarışın kırmızı burunlu kız çocuğu. Kızım az Almanca biliyordu, konuşamıyordu, anlıyordu, ama çocukların konuşma dili ortaktır, hele hele oynarken. Anlaşıyorlardı kırmızı burunlu küçük kızla benim küçük kızım.

Berlin’de ziyaret ettiğim bir Waldorf yuvasının bahçesinden. Çocukların üstüne bindiği daha küçük tahta atlar Waldorf anaokulunun iç mekanında bulunur. (Bugün 20 yaşında olan küçük kızım Selin Dortmund’da bir süreliğine Waldorf yuvasına gitmişti).



Waldorf okulları Ruh, zihin (tin=Geist) ve beden bütünlüğünü temel alan Avusturyalı Rudolf Steiner tarafından kurulmuştur. Steiner felsefesi aynı zamanda biyodinamik tarım, mimari, antroposofik tıp, plastik sanatlar ve Şifalı pedagoji (zihinsel engellilerin pedagojsi- Steiner "Ruhen bakıma muhtaç" olarak adlandırılımış “zihinsel engelli” yerine), ve onların yaşadığı yaşam köyleri Camphill’ler ile Steiner’in öngördüğü pratiklere uygun olarak hayat bulmuştur.

Rudolf Steiner’in kurduğu Waldorf ve Dr. Maria Montessori’nin kurduğu Montessori gibi eğitim metodları “alternatif eğitim” veya “reform pedagojisi” olarak bilinir.

20. yüzyılın başında o dönem eğitimde büyük reform niteliğinde olan farklı hareketlere damgasını vuran en önemli isimler Amerikalı John Dewey, İtalyan'ın ilk kadın doktoru olan Maria Montessori, Avusturyalı fen bilimci, matematikci Rudolf Steiner (Waldorf), Fransız Marksist öğretmen Celestine Freinet’dir.

Ünlü Alman sinirbilimci nörobiyolog Prof. Dr. Gerald Hüther bu reform okullarından mezun olanların 3 farklı ortak temel özelliğinin olduğuna dikkat çekmektedir. Bu özellikler:

1. Kendini tanıyan, ne yapmak istediğin, bilen bireyler

2. Merak eden, sürekli öğrenmeyi seven bireyler

3. Dünyada ve çevredeki sorunları görüp, BİRLİKTE çözüm üreten bireyler. İşte böyle kişiler yetişmektedir bu okullarda.

Çocukların bulundukları okullardaki öğrenme iklimi de okulları daha da cazip hale getirmektedir tabii.

Bu okulların bazıları zamanla ana akımın içine karışmıştır. Müfredatı da ayrı olan Waldorf okulları ise diğer alternatif okullardan en farklı olanıdır.

Tarihte her zaman eğitim sistemi maalesef kolay manipüle edilebilen, kullanılan, sınırlı düşünce kalıplarına sahip, o düzene göre, bireyler yetiştirme üzerine kurulmuştur ve ona göre de öğrenciler şartlandırılmakta, koşulllandırılmaktadır.

Dolayısıyla Silicon Vadisi'nin birçok yöneticisi de kendi çocukları için alternatif okulları tercih etmektedirler. Silicon Vadisi'nde teknoloji sektörünün kalbindeki teknoloji üreten ve geliştiren girişimciler, telefonların, tabletlerin ve bilgisayarların bağımlılık yapan tarafının da farkındadırlar. İşte bu yüzden kendi çocukları Waldorf gibi teknolojiden uzak okullarda eğitim görmektedir.

Ayrıca örneğin Jeff Bezos (Amazon’un kurucusu), Mark Zuckerberg (Facebook’un kurucusu), Larry Page ve Sergey Brin (google’ın kurucuları) Montessori Okullarına gitmiş ünlülerdir. Ülkemizde de okul öncesi uygulamaları olan “beş duyunun eğitimi” ile öne çıkan Montessori metodunda, farklı yaş gruplarından çocuklar birbiriyle rekabet etmeden aynı sınıfta, not almadan eğitim görmektedirler. Maria Montessori’nin “kendi başıma yapmama yardım et” sözleri Montessori pedagojisine damgasını vurmuştur.

Montessori ile Waldorf arasında kanımca en büyük fark ise, Waldorf’da açık uçlu öğrenme hakimdir, ve çocukta ruh, zihin ve beden bütünlüğü atbaşı gitmektedir, ve duygular yoluyla sanatı, oyunu da kullanarak etkileşim çok yoğundur. Montessori’de öğrenme didaktik eğitim materyalleri ile gerçekleşmektedir, Montessori ile de belirli düşünce kalıplarıyla hareket edilmese de, daha rasyonel düşünen kişiler yetişmektedir.

Montessori mezunları arasında alanında çok başarılı olmuş, teknolojiyle, ekip çalışmasıyla büyük ağlar kuran ve Dolar milyarderi olan ünlü kişileri görmekteyiz. Zaten bu kişiler de girişimcilik eğitimlerinde hep örnek gösterilenlerdendir. Waldorf mezunları arasında ise çok sayıda politikacı, sanatçı, araştırmacı ve pedagoğa rastlarız. ”weltfremd=dünya gerçeklerinden uzak" diye kolayca etiketlenmektedir maalesef bazı kişiler tarafından. Ama bir taraftan Pisa direktörü Andreas Schleicher de Waldorf okullarından mezundur.

Ayrıca maalesef bazı özellikle son dömemde komplo teorisyeni (Verschwörungstheoretiker) ilan edilen iki kişi bulunmaktadır Waldorf okullarına gidenler arasında.. Biri gazeteci Ken Jebsen, diğeri Ken FM’e Ken Jebsen'e de sıksık konuk olan ünlü İsviçreli tarihçi yazar Dr. Daniele Ganser. Dr. Ganser,“Friedensbewegung- Barış hareketi”nin kurucularındandır ve kendi tabiri ile "Menschheitsfamilie – insanlık ailesi”ne tüm konferans,yazı ve söyleşilerinde vurgu yapmaktadır.

Eğitimde de, yaşamda da en büyük gerekliliğin “adil paylaşım” olduğunu düşünüyorum, ve adını verdiğimiz, şu Corona günlerinde de zenginliklerini arttıran ünlü Montessori mezunlarının adil paylaşımı gerçekleştirmek yönünde bir girişimde bulunmadıklarını görüyorum. Bahsettiğim Waldorf mezunları ise gerçekleri anlatmak için çok büyük uğraş veriyorlar.


Alternatif Eğitimden Alternatif Medyaya

Şimdi gelelim yazının başında ele aldığım oyuncak bebek Ken’den Ken Jebsen'a. O da Waldorf okuluna gitmiş, babası İranlı, annesi Alman bir gazetecidir. Babası erken yaşta aileyi terk etmiş, kendisinin bir söyleşisinde anlattığı gibi 8 yaşında çocuk olmayı bırakmış, 13 yaşında çalışmaya başlamıştır.

Daha önceleri uzun yıllar Alman devlet televizyonunda çalışmıştır. Almanya’nın sanırım en çok izlenen ve okunan (bazı yayınların, podcastlerin yazılı metinleri de vardır) alternatif medya kanalı olan Ken FM in kurucusudur.

Ken FM i yaklaşık 3 yıl önce tanıdım. Alman medyasını çok az takip ederdim. Ama uzun yıllardır oyun, oyuncak, eğitimle ilgili araştırmalarımı genelde Almanca yayın organlarından yapmaktayım. Maalesef Türkçe kaynağa pek erişemiyorum. Hatta çok önemsediğim araştırmacıların İngilizceye tercüme edilmiş konuşmaları, yayınları da yok. Takip ettiğim kişilerle söyleşilere Alman ana akım medyada da çok az rastlıyoruz. Ken FM ise benim için hep önemli bir kaynak oldu.

Ken FMde bazı videoları, podcastleri izledim, dinledim. Ken Jebsen onlarca önemli kişiyle sohbet ediyordu. Ayrıca, vakaları, konuları cesurca deşiyordu.




Me,Myself and My Media ile günceli çeşitli kaynaklar, konuyla ilgili kitap önerileri da göstererek anlatıyordu.

Prof. Rainer Mausfeld, Harald Welzer, Prof. Gerald Hüther, Prof.Manfred Spitzer , Margret Rasfeld, Dr.Daniele Ganser, Erwin Thoma benim sohbetlerini izlediğim, ve söylediklerinden, yaptıkları araştırmalardan, duruşlarından etkilendiğim, hekim, biyolog sosyolog, pedagog, uzman ve yaşam ustaları da vardı konukların arasında. Ken FM yayınlarında Ken Jebsen’in yönelttiği sorularla, sohbetlerle onları daha iyi tanıdım, onların anlattıklarından etkilendim, mümkün olduğunca tanıtmaya çalıştım.

Örneğin “ Rettet das Spiel-Oyunu kurtarın” kitabının da yazarı olan Prof. Dr. Gerald Hüther duruşundan, yazdıklarından en çok etkilendiğim bilim insanı diyebilirim. Sinirbilimci, biolog Potansiyel Geliştirme Akademisi’nin kurucusu Dr.Hüther “bizim davet eden, esinlendiren, cesaret veren ve harekete geçiren ve geçen topluluklara ihtiyacımız var” demektedir, ve bir kooperatif olan Potansiyel Geliştirme Enstitüsünü kurmuş, “Würdekompass= Onur pusulası” diye bir hareket başlatmıştır. Prof. Hüther aynı zamanda, Marget Rasfeld ile “Schule im Aufbruch= harekete geçen okul” adında bir hareketin kurucusu olmuştur. Schule im Aufbruch ile bazı temel ilkelere dayanarak okulların dönüşmesi yolundaki öneriler sunulmakta, özellikle Almanca eğitim veren ülkelerdeki temel okullar, birbirinden farklı biçimlerde, bu temel ilkelere dayanarak uygulamalar gerçekleştirmektedirler.

Covid-19; Almanya’daki örnekler ve Almanya’daki Alternatif Medya neden önemli?

“Die Würde des Menschen ist unantastbar=İnsan onuruna dokunulamaz” Alman Anayasasının 1. Maddesidir. Holocoast Soykırım gibi sırtında kocaman bir yükü olan Alman Federal Cumhuriyeti halkı 1. ve 2. Dünya savaşını kendi topraklarında yaşamıştır. Ayrıca Alman halkı Doğu ve Batı Almanya olarak birbirlerinden ayrılmış, uzun yıllar ayrı kalmıştır.

Tekrar böyle acılar yaşanmaması, faşizmin tekrar hortlamaması için eğitim müfredatında özen gösterilmektedir . Küçük kızım Selin Alman Lisesinde Alman öğrencilerin olduğu sınıfta okuyan 9. ve 10. sınıfta “politika” dersi görmüştür.

Alman Anayasası =Grundgesetz’in olduğu kitapcıklar öğrencilere dağıtılmaktadır. 1949 dan beri yürürlükte olan Alman Anayasası halk için çok değerli ve önemlidir.

Almanya bilimde, tıpta büyük buluşlar yapılmış, ilerlemeler kaydedilmiştir. Ama bir taraftan Nazi döneminde birçok Alman doktor, bilim insanı soykırımın yaşanmasında bizzat aktif olmuşlardır, engelliler ve Çingeneler de öldürülmüştür. İnsan onurunun zedelenemeyeceğine dair madde Anayasanın birinci maddesidir.

Her ne kadar yasalar, etik kurallar, alınan nitelikli eğitimler olsa da insanlar kolayca gücün, güçlünün yanında yer almakta, zayıf olanı ezmekte, canlıyı, doğayı tahrip etmektedir. Bunda manipulasyonun önemi de büyüktür. Tarih boyunca insanların ne kadar kolay manipüle olduğunu tarihçi Dr. Daniele Ganser “Propoganda” isimli sunumunda anlatmaktadır, savaşa karşı, barış hareketinin önemini de. Almanca biliyorsanız, internette izlemenizi tavsiye ederim.

Almanca kelime hazinesi çok zengin bir lisandır, bazı kelimelerin, terimlerin tercümesini yapmak ise oldukça zordur, birçok kelimenin anlamı, kelimenin kökü ya da ne şekilde türediği anlatılınca daha iyi ortaya çıkar. Almanca aynı zamanda kelimeleri çok güzel ilişkilendirebileceğiniz bir dildir, fiilin önüne bir ek ile manasını değiştirirsiniz örneğin.

“greifen” tutmak, elle kavramak demek, “begreifen” kavramak, idrak etmek.

” stehen” ayakta durmak , “verstehen” anlamak,

“kennen” tanımak, “erkennen” farkına varmak.

“anlamak” için farkına varmak yetmiyor, duruşunuza yansımalı, harekete geçirmeli, farkına varmak yetmiyor maalesef, hele bu günlerde.

“sitzen” oturmak demek “besitzen” sahip olmak, sahip olmamız gereken ise değerler (değer yargıları değil), insani değerler, bizi insan yapan değerler, onun için de oturup kalmayıp harekete geçmek gerek, şimdiye kadar sağda – solda, merkezin sağında, solunda hangi tarafta olursak olalım doğru, gerçek kaynaklar ve bilgilerle hareket etmek, hareket halinde olmak, ortak MESELE mize sahip çıkmak..

Weg= yol demek, bewegen: hareket etmek

Ama bizler (örneğin Corona ile ilgili) maalesef kaynağına bakmaksızın, medyada, ana akımda, sosyal medyada, ne anlatılıyorsa onu takip ediyoruz, tanıdığımızı sandığımız ünlü kişilerin, kurumların söylediklerini baz alıyoruz, önümüze sunulan sayılara kilitleniyoruz, ülkelerdeki ölüm ve vaka sayılarına, nedenine, nasılına başka pencerelerden bakan kaynaklara bakmıyoruz, çünkü zaten genelde o kaynaklar bizden uzak tutulmuş.

Doğru kaynaklar mı gerçekten??

Pandemiyi ilan eden Dünya Sağlık Örgütünü hem şimdiki hem de 2009 Domuz gribi sırasındaki tutumunu eleştiren birçok gazeteci, bilim insanı var örneğin.

Maalesef maddi kaynaklarının sadece %20 si üye ülkelerden oluşan Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) bağımsız hareket edememesi ile ilgili bazı soru işaretleri bulunmaktadır. En büyük sponsorlarından olan Bill Gates’in (Bill ve Melinda Gates vakfı) , yani en büyük teknoloji milyarderlerinden biri olan Silicon vadisinin en önemlilerinden bu kişinin“7 milyar insanı aşılayacağız, 5 yıllık aşı geliştirme ve üretim ve dağıtım süresini 1,5 yıla düşüreceğiz” diye 15 dakikalık Alman resmi televizyon kanalının ana haber bülteninde 9 dakika konuşması da epeyce tepki çekmiştir.

Alman hükümetinin, WHO nun pandemi ve Corona politikalarını eleştiren, ama donanımları, tecrübeleri ile faydalı olmak isteyen akciğer uzmanı, epidomolog Dr. Wolfgang Wodarg, mikrobiolog Prof. Dr. Sucharit Bhakdi gibi kişiler ise komplo teorisyeni ilan edilmişlerdir maalesef kuvvetler ayrılığında yasama, yürütme ve yargıdan sonra 4. Kuvvet olan medya tarafından .

Bir dönem Waldorf öğrencisi olan Ken Jebsen da Almanya’da devlet televizyonunda çalışmış, sonra Ken FM i kurmuştur. Youtubeda mayıs başındaki bir videosu yaklaşık 3 milyon defa izlenmiş, ve Berlin’den Stuttgart'a gelerek 9 mayıs cumartesi günü etkinliğe (eyleme) katılmıştır. (Almanya’da Berlin dahil birçok şehirde Corona ile ilgili hükümetin politikalarına karşı gösteriler düzenlenmektedir, Ken FM ekibi sessiz, slogansız eylemle, meditasyonla gösterilere dahil olmaktadır)

Yaklaşık 30 000 kişinin katıldığı 9 mayıstaki “Querdenker 711”in düzenlediği etkinlik konuşmasında “Benim adım Ken Jebsen. Hedef grubum İNSAN” “Sizlere yukarıdan hitap edemeyeceğim, sizlerle aynı göz hizasındayım “auf Augenhöhe” deyip, sahneden aşağıya inip, mikrofonla normalinde her zaman çok hızlı konuşması ile bilinen, aynı zamanda uzun da konuşan Ken Jebsen, bu sefer ilk defa yavaş konuşacağını belirtip , alıştığımızın aksine hem yavaş hem de kısa konuşmuştur.

Anayasanın 1.maddesi “die Würde des Menschen ist unantastbar” a, Anayasanın 8. Ve 20. Maddelerinin ihlaline , enfeksiyon koruma yasasına, aşı olma zorunluluğu- bağışıklık belgesi ile ilgili yasa tasarılarına, çeşitli kısıtlamalara dikkat çekmiştir. Bill Gates’in Corona politikalarına, dolayısıyla ülke politikalarına etkisine ve tabii medyanın durumuna, ifade özgürlüğünün kısıtlamalarına da yer vermiştir konuşmasında . Hükümetin, WHO nun politikalarını eleştiren hekimlerin, bilim insanlarının konuşmalarının medyada yer bulmamasını kınamıştır.. Önemli yönlendirmeler de yapmıştır konuşmasında: örneğin cep telefonlarına indirelecek uygulama “democracy app” ile mecliste kimin, hangi yasa tasarısı ile ilgili nasıl oy verdiğini, herkesin sanal ortamda o tasarılara oy verebileceğini anlatmış, seçilmiş siyasetçileri sürekli takip etmek, eleştirmek gerektiğinden bahsetmiştir. (tabii resmi olarak geçerli olmasa da politikacılar ve kamuoyu dikkate alabilirler)

Ayrıca Corona ile ilgili adeta araştırmacı sağlık medyası gibi videolar yapan Schwindelambulanz’ın kurucusu kulak, burun- boğaz hekimi Dr. Bodo Schiffmann’ın kurduğu parti Widerstand 2020 ye (Direniş 2020) dikkat çekmiştir.

Yazının başında Ken Jebsen’la Barbie’nin Ken’i ile ilişkilendirmiştim.

Biri konuşturulan oyuncak Ken, diğeri ise çok konuşan gerçek Ken. İkisi de bilinen karakterler, kendine özgü tarafları var.

Pekiyi, Ken Jebsen kahraman mı? Değil tabii, lider değil, guru değil, ama uzun uzun konuşması, konuşturulması ve sesinin duyulması gereken biri, onu bazı kişi ve kurumlar kimi zaman aşırı sağcı, kimi zaman aşırı solcu, kimi zaman komplo teorisyeni olarak etiketleseler de, o çok iyi bir haberci ve gazeteci, ve her zaman ilkeli bir duruşu var. Ve Ken Jebsen birilerinin kahramanlaştırılmasına, bir liderin, gurunun peşinden gidilmesine de karşı bir kişi.


Ken Jebsen çok önemli kişileri konuşturmaya devam ediyor KenFM de, uzun uzun ve derinlemesine işleniyor konular.

Stuttgart’daki konuşmasını ise yine bir Waldorf mezunu Daniele Ganser’in söylediği “Menschheitsfamilie- insanlık ailesi” nin birer parçası olduğumuzu söyleyerek bitirdi Ken Jebsen bir teşekkür “danke”ile.

Ben de diyorum buradan “Danke Ken Jebsen, ve Dr. Bodo Schiffman ve onun gibi onlarca araştırmacı bilim insanı, aktivist, gazeteci…Ve sesini çıkarıp, gerçekleri konuşan, konuşulması için cesaretlendiren binlerce kişi.(youtubedan zaman zaman videolar silinmesine rağmen)

Ve Danke, korona gerçeği, bu ülkede, veya dünyanın farklı yerlerinde Türkçe bilen, anlayanlara yönelik dünyadaki Korona ile ilgili genel algının kırılabilmesi için çaba sarfeden, çok araştıran, tercümeler, derlemeler yapan, maalesef medyada ve hiçbir internet kanalında görmediğimiz Korona gerçeklerini olduğu gibi aktardığınız için.





Tekrar Çocuklar, Akran yerine Ekran



Çocuklara gelince…Stuttgart’da Ken Jebsen’dan önce konuşan genç anne, çocukluğunda evde şiddet ve taciz görmüş Perulu bir kadındı. Almanya’da çok sayıda böyle çocuğun olduğunu, travmaların lock-down (dışarıya çıkma yasağı durumu) ile arttığını, bu çocukların ve travma yaşayan çok kişinin maskeli insanları görmekten korktuğunu, ayrıca mimiklerin görülememesinin, yüz ifadesinin görülememesinin sakıncılarını anlattı.

Evdeki artan tartışmalar, kavgalar, şiddet, uyuşturucu, işsizlik, hastalık, ölüm korkusu, çok sevdikleri büyükanne-büyükanneleri ile ilgili ölüm korkusu, onları görememe, dokunamama gerçeği, tanımadığı,bilmediği yepyeni bir sorumluluk üstlenme gerçeği..

Bunların hepsi ve başka nicesi.. çocukları çok derinden etkiliyor, belli etmeseler de çok etkiliyor.

Çocuklar akranları ile olmak yerine sürekli ekran başındalar bu günlerde, anaokulu çocuklarına bile internetle eğitim veriliyormuş duyduğum kadarıyla, gelişimleri için maalesef çok zararlı.

Açık havada koşturamayan, gerçek oyundan, akranlarından uzak çocuklar. Arkadaşlarıyla yüzyüze konuşamıyorlar, ev ahalisi dışındakilerle de yüzyüze konuşamıyorlar..Çocuklar ev ahalisinin dışındakilerle iletişimden yoksun.. Ya yaşlılar ve hastalar, onlar da sevdikleri çocuklarının, torunlarının elini tutmaktan yoksun..

Bunlar, tüm yoksunlukların bir kısmı sadece, kendi üzüntülerimizin çoğu zaman lüks üzüntüler olduğunu anlıyoruz artık.

Tüm yoksunlukların bir kısmı sadece, kendi üzüntülerimizin çoğu zaman lüks üzüntüler olduğunu anlıyoruz artık.

Özeleştiri yapmamız gerekiyor

Çocuklar daha keyifli, daha iyi, daha eşitlikçi okullarda okusun, Alternatif eğitimi tanısın yetişkinler istiyoruz uzun süredir Alternatif eğitim metodlarını anlatırken.. Bu metodlardan biri de Reggio Emilia yaklaşımı. Anlatırken biz Alternatif eğitim ile ilgilenenler, yine epeyce bilinen

Reggio Emilia’da 3. Pedagog mekan demiştik, 1. Pedagog ise çocukların akranları demiştik.

Ne kadar önemlidir çocukların bulundukları, eğitim gördükleri, etkileşim halinde öğrendikleri mekan, çevre ve birbirlerinin de öğrenmesine farkında olmadan faydalı oldukları akranları.

Sempozyumlar düzenlenmişti Alternatif eğitime dair. Kitaplar/dergiler,seminerler. sayısız araştırmalar yayınlandı, müthiş emek verildi..




Ama köprüleri kuramadık , kaynaklara yönlendirmek, kaynakları iyi tanıtmak yerine, kısa yolu seçtik, öğrendiğimizi deneyimimizi aktarırken kendimizi, eğitim aldığımız, eğitim verdiğimiz kurumumuzu tanıttık, ve/veya destek veren kurumu, içeriğin derinlemesine ele alınmasında eksik kaldık.

Çoğu zaman konuşmalarımızda zamana karşı yarıştık. Kısa sunumlar, kısa konuşmalarla yetindik, derinlemesine anlatamadık, farkındalık oluşturmaya çalıştık, kısa zamanda. Kaynak göstermedik.“dir, dır” larla bir Alternatif eğitim metodunu kesin bir reçeteymiş gibi de anlattık, her ne kadar o Alternatif eğitim metodunun bir reçete gibi olmadığını çok iyi bilsek de. Zamana, mekana sıkıştı her şey.

Ülke genelinde çok sayıda eğitim sempozyumu düzenlendi. Çok uzaklardan gelen sempozyum konuşmacıları eğitim sempozyumlarında buluştu, ünlü isimler, kitapları okunan, twitter takipçisi çok olan, televizyonda da konuşmalarına sıklıkla göreceğimiz kişiler..Onların söylediklerini takip eder olduk, böylece bilinçli ebeveyn, öğretmen olacağımızı düşündük.

Ya sempozyumdaki eğitmenler (ben de bir defa katıldım)Anlatırken ne hata yaptık acaba, deneyimlerimizi aktarmakta eksik kaldık mı acaba? Söyleyip, anlatıp durduk galiba. Aktarmak istediklerimizi sempozyumdaki süreye, ders formatına hatta kitap, köşe yazıları formatına sığdırmaya çalıştık.

Birbirimizle, anne-babalarla, çocuklarla konuşmamak mıydı hatamız?

Artık bunları konuşmamız lazım. Özeleştiri yapmamız gerek.

Kurumlar, kişiler, kendimiz..Yaşam Dönüşümdür


Kurumlar genelde kemikleşmiş yapılardır, büyüdükçe daha da çok kemikleşen yapılar haline dönüşürler. Sivil toplum kuruluşlarındaki gönüllülük anlayışında ve yapılan işler hep çok sınırlı bir çerçeve içindedir.

Ama biz kişiler, yani insanlar (düşünen, konuşan varlıklar) bebeklikten itibaren sürekli merak eder, keşfeder, gelişir, geliştiririz. Bunu yaparken çok daha geniş bir pencereden bakmalı, “genel kanılar” ı “genel kabul” haline getiren koşulları, koşullandırmaları de görmeli, kurcalamaya, deşmeye, eleştirmeye, ve gerekirse karşı durmaya cesaret edebilmeliyiz.

Bakış açımızı genişletmeyi sağlayan kaynaklara eriştikçe, harflerle değil ama olaylar arasında köprüler kurdukça, işte o zaman “yaşam dönüşümdür” diyebileceğimiz, iyilik tohumlarının atılacağı ve çoğalacağı, adil paylaşımın olduğu bir kainat hayalimiz de gerçekleşebilir.

Hepimizin yani insanlık ailesinin buna ihtiyacı var. Konuşmaya, kısa kısa değil, uzun uzun konuşulmayanları konuşmaya ihtiyacımız var ki, gerçek ve doğru kaynaklardan beslenen"genel kabul"un ve o hep her yerde gördüğümüz, tanıdığımız bazı kişi ve kurumların söylediği, anlattığı, gösterdiği dışında olduğu da ortaya çıksın.

Korona, gerçekleri konuşma ve gerçeklerle yüzleşme zamanının geldiğini bize öğretiyor.




Not: “Yaşam dönüşümdür” Buğday ekolojik yaşamı destekleme derneğinin sloganıdır. Buğday ekolojik yaşamı destekleme derneği'nin kurucusu ve başkanı kısa yaşamı boyunca iyilik tohumları atan, bizim de o tohumları yeşertmeye söz verdiğimiz rahmetli Victor Ananias ile birlikte kurmuştuk Oyun, sanat ve zanaat Derneğini 2005 yılında.

Danimarkalı bir matematikçinin yaklaşık 90 yıl önce bulduğu Soma küp adlı tahta küplerden oluşan oyun ile o zaman hem "oyun sanat ve zanaat derneği"ni hem " yaşam dönüşümdür"ü, hem de oyunun, oyuncağın kaynağını anlatmıştım, kelimelerle köprü kurarak bu esasında ismi Soma küp olan akıl- takıl oyunuyla.

Soma, vücut demektir. Ama aynı zamanda uyuşturucu bir bitkidir. Aldois Huxley’in “Brave new world-Cesur yeni dünya” kitabı Almanca konuşulan ülkelerin lise müfredatında yer alan veya önerilen kitaptır, ve orada da zamanı ve mekanı unutturan uyuşturucu soma hapı verilmektedir. Günümüzde yaşananlarla ilişkilendirmek için de okunması tavsiye olunur.

Bu arada.. “Adalar, atlar ve faytonlar”gerçekliğini de bir arkadaşım “brave new ada” diye nitelendirmişti. Daha önceki yazılarımda da epeyce bu konuya değinmiştim.


Üstteki Mayıs ayındaki yazıma ek:

Biliyorum yazdıklarım karışık, ben kafamda ilişkilendirdim, sizlerin bunları okumanız dışında, biraraya gelip KONUŞMAK isterdim, ama gerçek BULUŞMALAR, KONUŞMALAR KISITLANMAYA devam ediyor, KONUŞMADAN anlamaya, anlaşmaya

Çocuklarda da "akran yerine ekran" devri tam gaz devrede. Teşekkür edemeyeceğim maalesef o "Silicon vadisi pedagojisi"nin yaratıcıları alternatif okullardan mesun "dahi"lere.


Sağlıkla kalın, T-hücrelerinizin değerini bilin.

T-lere Takıntılı Toyuncakçı Teyze Şule Şenol





İlgili yazılar:

https://www.sulesenol.com/post/korona-hangi-bilim-i%CC%87nsanlar%C4%B1-hangi-rapor-ve-ara%C5%9Ft%C4%B1rmalar















Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page